Hayvan hakları savunucuları ve vegan hareketi için türcülük, mücadelenin merkezinde yer almaktadır.
Ne var ki yalnızca basit bir zeka oyunundan daha fazlası olan bir etik sistemin, gerçekliğin reddi üzerine inşa edilmemiş olması gerekmektedir. Peki, türcülük karşıtı düşüncelerin dayanak noktası nedir? Hangi hayvanların hakları vardır veya yoktur? Gerçekten türcülük yapmaktan kaçınmak mümkün müdür?
Türcülük nedir?
İnsanların hayvanlarla olan ilişkileri karmaşıktır. Bazı hayvanlara değer atfederek onları el üstünde tutar, dünyadaki pek çok insanın erişemediği sağlık desteğini sunar, güzelce besler ve onlara sevgimizi sunarız.
Bazılarını ise tam tersi bir tavırla, fabrikalarda tutar ve katlederiz, böylece vücutları, evcil hayvanlarımızla paylaşabileceğimiz etleri sağlamış olur. Bir kısım hayvan da laboratuvarlarda bilimsel araştırmalar için yapılan testlerde denek olarak kullanılırlar. İnsanın kediler ve köpekler gibi hayvanlarla duygusal bağ kurarken tavuk ve inek gibi “diğer” hayvanlarla olan faydacı ilişkileri, vegan hareketi tarafından “türcü” olarak adlandırılmıştır. Türcülük, açık konuşmak gerekirse, vegan yaşam stili (veganizm) ve ana fikri hakkında derinlemesine bir fikri olmayan ortalama biri için mantıklı bir argüman olarak gözükebilir.
Pek çok insan hayvan refahı (animal welfare) kavramı ile türcülük karşıtı uygulamalar ve hayvan hakları hareketlerini birbiriyle karıştırmaktadır. Hayvan refahı yaklaşımı, hayvanların kullanılmasına karşı değildir, onları kullanırken olabildiğince iyi muamele edilmesini ve gereksiz acı ve zararı önlemeyi amaçlar. Hayvan refahı genellikle bilimsel tabanlı ve pratikte uygulanabilir durumdadır. Öte yandan hayvan hakları, türcülük karşıtlığı veya anti-türcülük (anti-speciesism) üzerine kurulmuş politik bir harekettir ve bilimi büyük ölçüde önemsemez.
Türcülük karşıtı düşünce, ilk olarak Peter Singer adlı bir düşünür tarafından ortaya atılmıştır. Terim olarak ise ilk defa 1970 senesinde hayvan hakları aktivisti Richard D. Ryder tarafından kullanılmıştır.
Türcülük karşıtı düşünce, maksimum sayıda insan ya da hayvan için maksimum fayda ve mutluluğu var etmeyi amaçlayan faydacı ahlak teorisinden türetilmiştir. Ancak türcülük karşıtlığı bahsedilen maksimum fayda fikrinin ötesine geçer. Türcülük karşıtlığı, yalnızca bir yaşam biçiminden daha fazlası olan veganizmin bir parçasıdır. Veganizm, hayvanlara yapılan her türlü sömürü ve zulmün dışlanmasını amaçlayan bir felsefedir. Bu sebeple anti-türcülük, geleneksel insan merkezli hayvan görüşüne karşıdır ve hayvanlarla insanların eşit olarak görülmesi gerektiğini iddia eder.
Abolisyonist Vegan Hareketin kurucusu olan Gary Francione; hayvanların insan yararı için köleleştirilmesi ve bir mülk olarak muamele görmesine karşı olan fikirleri bir adım daha öteye taşıyarak, evcil hayvan olarak beslenen kedi ve köpeklerin bu hayvanların haklarını ihlal ettiğini savunur. (Her nasılsa onları soyları tükenene kadar kısırlaştırmak hayvan haklarını ihlal etmemektedir!).
Ağrı ve acıyı kavrayabilmeleri, hangi hayvanların haklara sahip olacağını belirlemedeki tek olası kriteri oluşturmaktadır. Singer ve Francione gibi türcülük karşıtlığı öncüleri, hayvanların da acı çektiklerini ve acıya duyarlı tüm hayvanların insanlarla ahlaki açıdan aynı değerde olduğunu savunurlar, bu da onlara göre hayvanların yasal haklarının inkar edilemeyeceği anlamına gelmektedir.
Anti-Türcülük bazı türler için fayda sağlayabilir ama birçok türü yok sayar
Türcülük karşıtı düşünce savunucuları; insanları kutsal kaidelerden vazgeçip doğaya dönmeye davet etme gayreti içerisindedirler ve bunu yaparken aynı zamanda da doğayı mutlaka insanlaştırırlar.
Doğanın mevcut olan acımasızlığını zorla hatırlatmadıkça, yaban hayatını da insanların doğada yaşamalarını da ağır bir şekilde romantikleştirme eğilimindedirler. Evrim mekanizmasının yabani hayatı doğal seçilim yoluyla; acımasız, tacizkar, vahşi, yırtıcı ve yıkıcı faaliyetlerle şekillendirdiğini kasıtlı olarak gözden kaçırmaktadırlar.
Hayvanların, vahşi yaşamda, kaçınılmaz olarak yıpratıcı deneyimler yaşamak durumunda kaldığı inkar edilemez: parazitler onları zayıflatır; toksinler ve virüsler onları istila eder, diğer hayvanlar kaynaklarını çalar; açlık onları gölgeler, akrabaları ve potansiyel arkadaşları onları sömürür.
Aslına bakılırsa, Singer tarafından dile getirilen “çıkarlara eşit saygı” prensibinin doğasında bir dayanak noktası bulmak gerçekten zordur. Bir tilki tavşanı yutmadan önce ona çıkarlarını sormaz. Her hayvan genellikle av ve avcıdır, sömürülür ve sömürür (Muraille, 2018). Aynı sömürü, doğanın bir parçasıysa, insanların rasyonel bazda hayvanları sömürmesi bir tabu olabilir mi?
Diğer bir konu, türcülük karşıtı düşünce taraftarlarının, hayvanlar aleminin karmaşıklığına çok az saygı duymalarıdır. Hayvan kavramını tanımlamaya gelince ise taksonominin yerini antropomorfizm alır.Öncelikle ve çoğunlukla yaklaşık 5.000 türden oluşan memeliler sınıfındakileri düşünürken, genellikle yaklaşık 1.250.000 hayvan türünün olduğunu ihmal ediyoruz. Hayvanlar alemi, 1,2 milyondan fazla türü tek başına tutan böcekleri ve kabukluları kapsayan eklembacaklıları içerir (Chapman, 2009). Sayılarının yanında önemsiz kalan varoluşumuzla, bir milyondan fazla türün zarar görmesini nasıl engellemeliyiz? Böceklerin de haklara sahip olduğu, sayısız karınca, sivrisinek ve örümcek gibi hayvanlara karşı işlenen korkunç cinayetlerden ötürü herkesin hapsedildiği bir dünya nasıl olurdu hayal edebiliyor musunuz?

Böcekler ve diğer omurgasızlar Dünya’ya hakim olan hayvanlardır. Onların da hakları olmalı mı?
Gerçek şu ki, anti-türcülük savunucuları,her hayvanın, özellikle de böceklerin eşit muamele görmesi gerektiğine inanmazlar. Anti-türcülüğün tanımındaki “hiçbir tür için ayrımcılık yapılmaması gerektiği” önermesiyle çelişen şekilde hayvan türleri arasında bir hiyerarşi olduğuna inanırlar. Hangi hayvanlara haklar vereceğimize dair seçimler yapmak durumunda olduğumuzdan dolayı, türcülük kaçınılmaz olmaktadır. Genel sonuç, sineklerin çektikleri acıları göz ardı ederken, maymunlarınkine kendi acımızmış gibi yaklaşırız.
Ek olarak, neden hayvan hakları tartışmasında sinekler “görünmez” kalıyor? Bunun nedeni, sadece bize en çok benzeyen ve acı çekenlere yakın olan hayvanların insanlara eşit olduğunu düşünmemizdir. Bununla birlikte, artan sayıda çalışma, en basit organizmalardaki fiziksel ve hatta duygusal acı çektiklerini ve hissettiklerini açıkça göstermektedir. Örneğin, böcekler anksiyete ve depresyon gibi karmaşık duygusal durumları deneyimleme kabiliyetine sahiptir (Anderson ve Adolphs, 2014). Çevresel değişikliklere uyum için hissedebilirlik, hassasiyet ve sezgi önemlidir ve bunlar yaşamın bir bütün olarak ortak ve temel bir özelliğidir. Hassasiyet veya duyarlılık içindeki bir sınır, anti-türcü retorikte herhangi bir bilimsel temele dayanmamaktadır ve bu nedenle tamamen antropomorfik (insan biçimci) ve özneldir.
Hayvanlar haklarının farkında mı? Hayvanlara ne tür haklar verildiğine kim karar veriyor?
Türcülük karşıtı düşünce, hayvan hakları hareketinden ayrılamaz. Peki, hayvan hakları nedir? Bu bölümde, hayvan hakları düşüncesinin zayıf yanlarına daha yakından bakarak, hayvan hakları ideolojisinin de tıpkı anti-türcülüğün taşıdığı türden tutarsızlık ve çelişkilerini göstereceğiz.
Çocuklara ve hayvanlara hakların yerine koruma verilmesinin nedeni, onların sorumluluk sahibi olamamasıdır, çünkü haklarının olması yaptığı eylemlerden sorumlu olmaları gerektiği anlamına gelebilir.Örneğin kibrit veya çakmak çocuklardan uzak tutulmalıdır, çünkü çocuk ateşle oynamanın sonuçlarını anlayabilme kapasitesinde henüz değildir. Aynı şekilde çocuklara henüz kavrayamayacakları hayvan sevgisi sorumluluğunu vermek yerine öncelikli olarak onları hayvanlardan, hayvanları da çocuklardan korumamız gerekmektedir.
Eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmek için, hayvanların ahlaki anlamda doğru ve yanlış olanı ayırt edebilmeleri gerekir. Fakat hayvanlar insanlar gibi değildir – ahlak duygusundan yoksundurlar (Haksar, 1998). Ancak, haklarını kazanmak için hayvanların ahlaki bir gerekliğe ihtiyacı olmadığını söyleyebiliriz. Yine de, haklar görevlerden ayrılabilir mi? Bir şekilde,insanların; hayvanların özgürlük ve yaşam haklarına saygı gösterme görevlerini yerine getirmeleri gerekirken, hayvanlar yalnızca birbirlerine dahi, benzer görevlerle karşılık vermekle mükellef değildirler.Bu, çözümü olmayan bir etik ikilem yaratır (Duckler, 2007).
Hayvanların kötü muamelesine karşı yasaklar, hayvanların birbirine zalim olmasına “izin” verir, ancak insanların hayvanlara zalim olmalarını yasaklar. Hayvanların hak sahibi olma ehliyetleri var ise, hayvanlara karşı zulüm yasaları onlar için de geçerli olmalıdır. Biliyoruz ki, aslanları diğer hayvanları avlamalarının nedeni olan doğal yırtıcı davranışlarından yasal olarak sorumlu tutmaya çalışmak bir hayli absürt olurdu.
Öyle görünüyor ki hayvanlara verilen haklar, insanlar dışındaki hayvanlar arasında hiçbir zaman saygı görmeyecektir. Hayvanlar, haklara sahip olduklarından haberdar olmadıklarından, haklarını talep edemezler – bu, hayvanların hangi haklara sahip olacağına dair izinlere yalnızca insanların karar verebileceği anlamına gelir.
Bir hayvan türüne verilen hak, aynı türden tüm hayvanların her koşulda aynı haklara sahip olmalarını gerektirmez mi? Bu çelişkiyi daha iyi anlamak için bir soru üzerine düşünün: Eğer laboratuvar faresi yaşamı bir insanın hayatı ile aynı değere sahipse ve seçmek zorunda kaldığınızda kimi seçerdiniz? Örneğin patlama sonucu yanan bir laboratuvarda sınırlı bir zaman içinde, yaralı bir insanı mı yoksa kafese sıkışmış bir fareyi mi kurtarırdınız? İnsanların çoğunluğu için, cevap açıktır. Fakat anti-türcü bir yaşam hakkı savunucusu her iki hayatın da eşit olduğu konusunda ısrar edecektir. Bununla birlikte, paradoksal olarak, laboratuvarın dışındaki farelerin yaşamlarını neredeyse hiç umursamaz. Rutin ve sistematik olarak zehirlenen ve sonuç olarak acı çeken aşırı sayıda tarla faresi, sıçan veya lağım faresi hakkında konuşmaz. Özetle laboratuvardaki fareyi insanla eşit gören hayvan hakları savunucusu, türcülük karşıtı, veya hayvan deneylerine karşı olan bir aktivist konu dışarıdaki diğer fareler olunca hiçbir eylemde bulunmaz.
Hayvan hakları aktivistleri, bilimsel araştırmalar için laboratuarlarda hayvan deneylerinde kullanılan fareleri umursarlar. Ancak, rutin, sistematik ve kitlesel olarak zehirlenen ve sonuç olarak acı çeken aşırı sayıda fare ve sıçanlar hakkında çok az kaygı duymaktadırlar. Dolayısıyla bu oluşumların sözde eşit gördükleri diğer fareleri önemseyen paylaşımlarını veya eylemlerini göremezsiniz.
Tüm kötülüklerin kaynağı (The root of all evil)
Dünyayı hayvanların gözünden görmüyoruz -her bir hayvanın kendi gerçekliği, kendine özgü ihtiyaçları ve türlerden türlere farklılık gösteren arzuları var- hayvanların arzuları ve duygularını yorumlayacak araçlar olarak antropomorfizm ve empatiye (“zihin okuma”) güveniyoruz. Filozoflar ve etnisistler, antropomorfizm ve empatinin hayvanlar alemini anlayabilmek için güvenilmez ve insan merkezci yollar olduklarına dikkat çekmek konusunda her zaman hassas davranmışlardır(Mameli ve Bortolotti, 2006). Görünüşe göre, hayvanların ne istediğine ya da neye ihtiyaç duyduğuna dair güvenilir bir anlayışa sahip olduğumuzdan emin olmamalıyız. Bilim en azından kısmen, hayvanlarla ilgili insan odaklı önyargılarımızın üstesinden gelebilir, oysaki “hayvanların sesi” olduğunu iddia eden hayvan hakları hareketi bilimi reddeder.
Hayvan haklarını savunan organizasyonlar ve türcülük karşıtı hareketler, toplumsal faydaya hizmet ettiğini iddia eden dini ya da politik hareketlere benzerler. Bu oluşumlar ve dernekler amaçlarına ulaşmak için her türlü politik gücü kullanırlar. Fakat hayvan hakları hareketi ile ilgili problem; bu organizasyonların maalesef bilimsel ve toplumsal gerçeklikten uzak, kimsenin dikkate almadığı, hatta gülünç bulduğu, aynı zamanda oldukça fanatik, kendini kutuplaştıran, çözümlerden uzak, itici bir hale gelmesidir. Hareketin savunucuları, “bütün hayvanların hakları var”, “tüm hayvanlar eşittir” gibi belirsiz klişeleri ve sloganları kullanırlar. “Hayvanlar” ve “haklar” ile ne demek istediklerini açıklamak için hiçbir çaba göstermemektedirler. Dahası, hayvan hakları aktivistleri; insanları, fabrika-çiftlik hayvanlarının gördükleri muamelelerin Holokost ile benzerliklere sahip olduğuna ve türcülüğün ırkçılık kadar kötü olduğuna ikna etmeye çalışırlar. Ne var ki bu gibi analojiler, Holokost ve ırkçılığın gerçek kurbanlarının acılarını küçümsemektedir.
Birçok hayvan hakları aktivisti sadece hayvanların acılarına daha fazla önem vermekle kalmaz, aynı zamanda insanları dünyadaki “bütün kötülüklerin kökeni” olarak görürler. Onlara göre insanlar hayvanların acı çekmesinden sorumludurlar. Belki de bu yüzden et yemeyi cinayet, türcülüğü ise ırkçılık olarak görürler. İnsan türüne karşı nefret, maalesef hayvan hakları savunucuları arasında çok yaygındır. Aynı zamanda insan türünü ötekileştirerek asıl türcülüğü de kendileri yapmaktadırlar.
Mizantropi (Misanthropy) kısaca “insan sevmeyen”anlamına gelmektedir. Bu düşünceye sahip olan kişiler (mizantrop), insanları ve hatta insanlığı sevmeme eğilimindedir. Ancak hayvanların sömürülmemesi veya hakları için yapılan mücadele insanlardan nefret etmeyi gerektirmez. Aksine, bireysel ve toplumsal yapılacak olumlu sosyal değişimler için daha fazla “insan” destekçiye ulaşmak adına, bu sorunlu düşünce tarzından acilen vazgeçmek hayvan hakları hareketi için çok daha sağlıklı olacaktır.
Anti-türcülük ve hayvan hakları ideolojisinin kusurlarını kabul etmek, hayvanların haklara sahip olamayacağı veya türcülüğü “doğal düzen” olarak görmemiz gerektiği anlamına gelmez. Bu sadece anti-türcülüğün katı prensipleriyle ve -sadece bazı sevimli memeliler için değil- tüm hayvanlar için eşit haklar vererek yaşamanın, bunu vaaz edenler için bile imkansız olduğunu gösterir.
Tüm hayvanlara dolaylı veya doğrudan hiç zarar vermeden yaşamak olası değildir. Belki sadece, insanların bazı hayvanlara verdiği zararları önlemek mümkün olabilir.
Anti-türcülük bir ütopya mı?
Sonuçta, anti-türcülük ideolojisinin kabul edilmesi, yiyecek için kullanılan hayvanların sömürülmesini sona erdirmek için insanların vegan olmalarını gerektirir. Küresel bir vegan devrimine gelince, Afrika ya da Asya kıtalarını, hatta bir vegan politikasını destekleyen Türkiye’yi hayal etmek zordur; zira et tüketimi artmaktadır, et hala yoğun talep gören bir gıdadır. Buna ek olarak, liberal ekonomi prensip olarak devletlerin ticaretinin düzenlenmesine karşıdır ve mutlak vegan bir düzenlemenin kısıtlamalarını uyum sağlayabilmesi ciddi anlamda zor olacaktır.
Bir başka önemli soru da hayvan sömürüsüyle yaşayan insanlara ne sunulacağıdır. Kendilerini balıkçılık ve hayvancılıkla besleyen çok sayıda insan topluluğu vardır. Nüfus kontrolü veya antinatalist politikalar olmaksızın, vegan topluluklar, zarar vermenin kaçınılmaz olduğu hayvanlara mümkün olduğu kadar az zarar vermeye çalışsalar da, tek başına insan varlığından dolayı (bütün insanlar vegan olsa bile) hayvanların yine de zarar görmesini engellemek mümkün olmayacaktır. İnsanlar çevreyi kirletir, doğal habitatlar ve hayvanların soylarının tükenmelerine sebep olurken, aynı zamanda vegan yiyecekleri yetiştirme süreci de kaçınılmaz olarak birçok hayvan ölümüne yol açmaktadır (Keim, 2018).
Son olarak, dünya çapında,insani yardım olmadan doğada yaşayamayan yüz milyarlarca evcil hayvanla ne yapardık?
Hayvan hakları: Oldukça karmaşık
Anti-türcülük, hayvanlar aleminin ve onun beraberinde getirdiği ilişkilerin güçlü bir şekilde idealleştirilmiş, hatta basitleştirilmiş denebilecek bir tasavvuruna dayanır (Muraille, 2018). Hayvan hakları hareketinin kendi sınırları ve çelişkileriyle yüzleşme zamanıdır. Organizasyonun veya aktivistlerin çıkarları için değil, hayvanların menfaatleri için mücadele etmesi gerekmektedir.
Bir dahaki sefer birilerini türcü olarak adlandırırken, hiçbir ideolojinin mükemmel olmadığını ve türcülük karşıtlarının kendilerinin de tüm hayvanların insanlarla eşit olduğunu düşünmediklerini unutmayın.
Türcülük ve hayvanlara eziyet ile mücadele etmek için yeni ve yaratıcı yollar bulmak adına hayvan hakları hareketine zarar veren ve nihayetinde onu zayıflatan ideolojinin kendisini, kusurlarını ve sınırlarını açıkça tartışmalıyız (Wrenn, 2015). Dogmatizm ve fanatizmden uzak, bilimsel, rasyonel ve dürüst savunuculuk için çaba göstermeliyiz.
In English: Don’t call me speciesist: flaws of the animal rights movement
Kaynaklar
Anderson, D. J., & Adolphs, R. (2014). A framework for studying emotions across species. Cell, 157(1), 187-200.
Chapman AD (2009) Numbers of Living Species in Australia and the World(Australian Biological Resources Study, Canberra, Australia).
Muraille, E. (2018, July 23). Debate: Could anti-speciesism and veganism form the basis for a rational society?The Conversation
Haksar, V. (1998). Moral agents. Concise Routledge Encyclopaedia of Philosophy.
Duckler, G. (2007). Two Major Flaws of the Animal Rights Movement. Animal L., 14, 179.
Keim, B. (2018, 18 July). The surprisingly complicated math of how many wild animals are killed in agriculture. Anthropocene
Mameli, M., & Bortolotti, L. (2006). Animal rights, animal minds, and human mindreading. Journal of medical ethics, 32(2), 84-89.
Wrenn, C. L. (2015). Rationality and Nonhuman Animal Rights. In A Rational Approach to Animal Rights. Palgrave Macmillan, London.