Photo: Gül ORUK
Şiddet olaylarıyla karşılaşmak, tanık olmak, haberlerde görmek yetişkin olunsa da yaralayıcı, üzüntü verici ve çaresiz bırakıcıdır. Çünkü mağdur ile -insan ya da hayvan fark etmeksizin- empati yapar ve neler yaşamış olabileceğini, bizim de başımıza gelebileceğini düşünürüz.
Belki de geçmişte yaşadığımız travmatik olayları hatırlatan bir tetikleyici olur ve mağduru bırakıp kendimize üzülürüz. Ancak bu normal durumun birkaç adım ötesine geçen ve yıkıcılığa karşı aynı şekilde yıkıcı tepki vermeyi hayal eden kişilerle, internet ortamlarında yangına körükle giden yorumlarla karşılaşabiliyoruz. Özellikle insana, hayvana, çocuğa karşı cinsel şiddet vakalarında sorunu anlamak, çözümler üretmek ve yaygınlaştırmak, önlemler ve etkili cezalar getirmek yerine lanetler yağdırmak, büyüsel birtakım karşılıklar beklemek, failleri yok etmeyi planlamak o an için rahatlatıcı olabilir ancak çözüme katkı sunmamaktadır.
Bir de gerçekçi olarak bakıldığında felaket ya da trajedi içermeyen olaylar için gösterilen aşırı tepkilerden bahsedebiliriz. Örneğin, yıllarca sokakta yaşamış ve buna uyum sağlamış bir kedi için “sokakta yaşayamaz, lütfen sahiplendirelim” demek ya da kedinin umurunda olmadığı halde onun adına çok yalnız ve ilgiye muhtaç olduğuna karar vermek. Bu tür bir davranışın psikolojik temelli bir altyapısı bulunur ve iyi ya da kötü, kişi için işe yaradığından, hayatta kalmaya hizmet ettiğinden kullanılmaya devam ediliyor olabilir.
Bu temellerden bir tanesi yansıtmadır.
Kendi içimizdeki kötüyü kabul etmediğimiz ve dışarı attığımız sürece gerçekte bir olumsuzluk içermeyen durumları abartıp kötü ve üzülecek bir şeyler ararız. Aşırı duyarlılık, aşırı vicdan da bununla birlikte düşünülebilir. Kendi duygularını sağlıklı şekilde ifade etmeyen/edemeyen kişi en ufak durumda hassaslaşıp sanki kendisi yaşıyormuş gibi yoğun duygular hissedebilir ve bir hayvanın durumu üzerinden, ne yapılabileceğine bakmak yerine, irite edici, acıklı bir duruma sokabilir. Bunlarla birlikte, kişinin kendi yaşantısında var olan öfkesini saptırarak esas hedefine değil de çok farklı kaynaklara yöneltmesi de dikkat çekici bir durumdur. Dışarıda uyuyan bir kedi fotoğrafı karşısında gerçekdışı şekilde dramatik yorumlar yapan kişi üzüntüsünü, bir şiddet olayında faile saldırmayı hayal eden kişi öfkesini saptırıyordur.
İnsanın yoğun üzüntü, öfke gibi duygularıyla temas edebilmesi güçtür. Uzun süreli bir uğraş ve farkındalık ister. Bu yapılamayınca örneklerde gördüğümüz gibi, olanı birkaç kat abartan kişiler ve hayvan dernekleri ile bu mecraları itici bulan, uzak durmaya çalışan, aslında faydası dokunabilecek bir hayvansever toplamdan bahseder hale geliyoruz. Bir de hayvansever olduğunu söyleyip insanlardan nefret eden kişilerle karşılaşabiliyoruz. Bu da yine kişinin kendi fenomenolojisiyle alakalıdır. Bunu etkileyen birçok faktör olabilir. Bunlardan birkaçı olan erken dönem bağlanma ilişkileri, büyürken yıkıcı etkisi olan bir sosyal çevre, ihmal yaşantısı kişinin insanlara bakışını olumsuz yönde etkileyebilir.
Şiddet, dünya üzerinde insanların topluluk halinde yaşamaya başladığı tarih öncesi dönemlerden beri vardır ve tamamen bitmesi mümkün değildir. Öncelikle bunu ve insanın kendi içindeki yıkıcı olan tarafı kabul etmek bir başlangıç noktası olabilir. Kendi içimizdeki yıkıcı olan tarafı kabul etmek, bunu göstermek değildir. Varlığını kabul etmek, yıkıcılığı işlevsiz şekilde yok saymayı, bastırmayı, aşırı vicdanı engeller, bu da gerçekçi şekilde olaylara yaklaşabilmemizi sağlar. Bunu yapabildiğimiz zaman öfkesini yapıcı şekilde değil de insana ve hayvana karşı yok edici şekilde gösteren kişilerin ne olup da bu noktaya geldiklerini az da olsa anlayabiliriz. Şiddeti alttan alta destekleyen ya da karşı çıkmayan toplumsal, resmi, çevresel, kültürel sistemlerin zarar verici taraflarını, insanın tek başına yaşayan bir varlık olmadığını, çevre ile karşılıklı teması olan dinamik bir organizma olduğunu daha net bir şekilde görebiliriz.
Şiddet olayları karşısında öfkelenmemek mümkün değildir. Ancak bunu yaşadıktan sonra sakinleşerek umudu ortaya çıkarmak, linç kültüründen uzaklaşmak ilerletici ve olgun bir tepki olacaktır.
Kalıpların dışında ve esnek düşünebilmek zordur. Bunun yapılabilmesi için, bahsedilen mekanizmaların farkında olan kişilerin insanları gerçekliğe ve zorlu olaylarla karşılaşıldığında umutlu olmaya davet etme yönünde yayınlar yapmaları dikkat çekici olabilir. Çünkü umut olmazsa harekete geçme de olmaz ve oturduğumuz yerden şikayet etmeye devam ederiz.
Editörün notu:
Son zamanlarda medya maalesef şiddet haberlerini sürekli öne çıkartmaya çalışarak şiddetten beslenmektedir. Örneğin ölü, sakat veya hasta bir kediyi hiçbir kanıt göstermeksizin “yine cani insan şiddeti” gibi başlıklarla manşetlere taşıyarak, insanların duyguları üzerinden reyting veya tık hesabı yapmaktadır. Benzer bir şekilde tık tuzağı (clickbait) hayvan sayfaları reklam gelirlerini bu yolla artırmaya çalışmaktadır. Her olayda infial yaratmaya çalışan bazı sözde hayvan dernekleri ve sayfaları da aynı tutumu sürdürmektedir. Diğer taraftan; nerede, ne zaman ve nasıl olduğu bile belli olmayan şiddet içerikli görseller sürekli sosyal medyada paylaşılarak bu tür olaylar normalleştirilmektedir. Bunlara prim verilmemelidir.