Su doldurur derede
Bilmem ki aklı nerede
Dere boyu çalılık
Derede olur balık
Şu ebe ne alık
Oltamı attım,
Balığımı tuttum.
Balık suya dalamaz,
Ebe beni bulamaz.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi
Bunu kim dedi,
Diyen dedi on yedi,
Yağlı böreği kim yedi?
Bir varmış bir yokmuş. Deve tellal iken pire berber iken bir memleket varmış. Memleketin bir kralı, kraliçesi, bir de güzeller güzeli bir prensesi varmış. Prensesin teni kar gibi bembeyazmış. O kadar küçük o kadar narinmiş ki kucağa almaya korkarmış annesi. Altın beşiğinde pamuklar ipekler içinde büyütmüşler prensesi. Öyle yumuşak yerde tüyden hafif ipekler içinde ağlarmış prenses gündüz gece. Ne annesi ne dadısı ne de koskoca kral babası yatıştırabilirmiş onu. Herkes korkarak yaklaşırmış prensese, korka korka alırmış kucağına. Prensesin tenine değen ipek korkuyla elektriklenirmiş. Çıtır çıtır çıtırdarmış prenses kucağa alındığında. Anlayacağınız korku korkuyu tedirginlik tedirginliği beslermiş. Minik prensesin kalbi sanki göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi küt küt atarmış. Hiç kimsenin teni değmemiş prensesin tenine. Çocukluğunda da oynayamamış hiç kimseyle! Çocuklar “Sırça prenses geliyor kaçın saklanın hemen! Nasıl oynarız ki bir prenses ile çocuk bile olsa.” der, kaçar oynamayı bırakırlarmış. Prenses eli elinde başı ellerinin arasında, o saray bahçesinden bu saray bahçesine dolaşır dururmuş “Belki bir oyun arkadaşı bulurum” diye.
Sonunda vazgeçmiş oynayan çocukları seyretmekle yetinmiş. Seyrede seyrede büyümüş güzeller güzeli bir genç kız olmuş. Çevresinde prensler pervane olmuş. Olmuş olmasına da yakından görenler nazikçe uzaklaşmışlar. “Ne kadar da beyaz teni dokunsam izi kalacak parmaklarımın, sarsam kollarımla sanki kırılacak o kadar ince ve narin. Sırça prenses demeleri boşuna değil” diyorlarmış. Prenses görürmüş, işitirmiş, dokunurmuş parmak uçlarıyla da, korkarmış incinmekten, incitmekten en az prensler kadar! Yıllar geçtikçe kral ile kraliçeyi bir tasadır almış “Ne olacak prensesimizin hali, seveni çok saranı hiç yok! Bizden sonra ona kim bakacak, ya ülkenin hali ne olacak? Biz saramadık korkudan el nasıl yaklaşsın korkmadan. Hem de bir prensese.” demişler. Prenses kapının arkasından konuşulanları işitmiş. İki damla gözyaşı süzülmüş yanaklarından atmış kendisini bahçeye. Ekim güneşinin yakmayan sıcaklığında yürümüş yürümüş. Yüzünü güneşe döndürmüş “Ne güzel ısıtıyorsun ne tenimi yakıyorsun ne de canımı.” demiş.
Gün ışığı prensesin söylediğini hemen Güneş’e iletmiş. Güneş dikkatlice dinlemiş, sonra gün ışığına “Söyle Sırça prensese dilesin benden ne dilerse, gerçekleşecek dileği bir mevsim boyunca.” demiş. Gün ışığı Sırça prensesin fısıldamış kulağına “Güneş der ki dilesin benden ne dilerse, gerçekleşecek dileği bir mevsim boyunca.” demiş. Prenses inanamamış işittiklerine bir göz kırpmış gün ışığına, muzipçe gülümsemiş “Kedi olmaktır dileğim.” demiş. Gün ışığı iletmiş Güneş’e Prensesin dileğini. Güneş bir kahkaha atmış, öyle bir parlamış ki herkesin gözünü almış. Prensesin dileğini hemen yerine getirmiş “Akça pakça Sırça prenses Taksim Metrosu’nda her rengi üstünde taşıyan bir kedi olasın.” demiş dileğin tekerlemesini de bir çırpıda söyleyivermiş:
“Beyaz sarı siyah karamel ortaya karışık renkler
Taksim Metrosu’nda merdivenin ortasında
Yumuşak tüylü göbekli bir kedi
Gel pisi pisi yok senin gibisi.
Sana gerek sıcak kalabalık bir yer
Yerinin tıkır mı tıkır sesi var ritmi var
Dünyanın dört bir köşesinden gelenler
Yolları senin yanından geçenler
Bulsun hemen seni.
Okşasın sevsin tüylerini
O kadar çoklar ki
Kim bilir kaç tanesi
Kucaklar sarar sarmalar seni.” der demez.
Sırça Prenses kendisini Taksim metrosunun yürüyen merdivenlerinin başında bulmuş. Rengarenk tüyleri olan tombul bir kediymiş. Yatmış kıpırdamadan merdiven başına. Gelen geçenler merakla eğilmişler üstüne nefes alıyor mu diye, “Çok şükür sağ!” diyenler tüylerini okşayıp ya metrodan çıkıyor ya da metroya gidiyorlarmış. Sabah altıdan gece on ikiye tıkır tıkır merdiven sesleri inenlerin çıkanların ayak sesleri arasında uyumuş uyanmış gezinmiş. Çokça sevilmiş, pek sıkça okşanmış başı, sürtünmüş korkmadan gelen geçen bacaklara. Uzatılan ikramlara hayır dememiş. Hele kucaklayanların ellerine koyup koyuvermiş kendisini. Mır mır miyavlamış okşandıkça kucaklandıkça sarılıp sarmalandıkça. “Kediyim, kediyim yaşasın!” demiş. Mır mır miyavladıkça huzur yayılmış metroya. İnenlerin çıkanların yüzlerinden hiç eksilmemiş gülümseme. Sırça prenses pek memnunmuş kedi halinden yürüyen merdivenlerin tıkır tıkır sesinden. Nasıl da seyre dalmışım merdiven başındaki mutluluğu. Ahh dedim içimden “Geldim yine bir masalın sonuna, biraz daha kalayım burada.” durdum, dinledim, kulağımda “Mır mır miyav mır mır miyavvv, mır mır miyav mır mır miyavvv.” sesleri çıktım metrodan. Bir de baksam ne göreyim karşımda tüm ihtişamıyla Aya Triada Kilisesi.
Altınyıldızlı gökten üç Prenses düşmüş yeryüzüne hepsi de kedi olup görünmüşler bize. Aman dikkat edin “Mır mır mır miyavvv” seslerine. Mır mır miyavvv, mır mır miyavvv, mır mır miyavvv Taksim Metrosu’nda kediler var…… Taksim Metrosu’nda kediler var.
Yazar: Türkan Noğay
Taksim Metrosu’ndaki Anadolu kedisi hakkındaki yazımız: